"Eve Dön! Şarkıya Dön! Kalbine Dön!"
"Herkesin bahanesi var, senin yok
günahlı bir gölgenin serinliğinde
biraz bekleyebilirsin, daha sonra
burada kalamazsın, başa dönemezsin
ama dön
Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!
Şarkıya dön! Kalbine dön! Eve dön!
Kalbine dön! Eve dön! Şarkıya dön!"
İsmet Özel (Of Not Being A Jew'den...)
Celal DEMİRCİ’den ilgilisine eleştirel bir distopik yazı…
Ursula K. Le Guin, “Gülün Günlüğü” ismiyle yayımlanan öykü kitabına “günah keçisi” temasını işleyen “Omelas’ı Bırakıp Gidenler” adlı öyküyle başlar. William James’in, “Öyle bir dünya varsayalım ki… Milyonlarca insan sürekli mutlu yaşasın, ama bir şartla; uzaklarda bir yerde bir yitik ruh tek başına eziyet çekmek zorunda olsun. Bir an için içimizden bize sunulan mutluluğa yapışmak gelse bile yine ilk kapılacağımız özgül ve bağımsız duygu, bilerek, isteyerek böylesi bir pazarlıkla elde edilen mutluluğun ne kadar çirkin bir şey olduğudur.” şeklinde betimlediği ütopyadan esinlenen Ursula K. Le Guin, barış (salemo) kelimesinin tersinden okunuşundan türettiği “Omelas” isimli bir ülke tasavvur eder.
Öyküde Omelas’ın kamu binalarından birinin bodrumunda kapısı kilitli, penceresiz, pislik dolu bir oda vardır ve burada bir çocuk yaşamaktadır. Bu çocuk çok az bir yiyecekle, çıplak, çelimsiz ve korku içinde, gün ışığı görmeden sürekli tekmelenerek uyandırılan bir hayat yaşamaktadır. Omelas halkı onun orada olduğunu bilir, orada olması gerektiğini de bilir; çünkü kendi mutluluk ve refahları onun orada olmasına bağlıdır. O çocuğun sefaleti, Omelas halkının mutluluğun da kaynağıdır. Yani bütün bir ülkenin mutluluğu zavallı bir çocuğun “günah keçisi” edilmesinde gizlidir.
Bu aslında bir “günah keçisi” sayesinde hayatın gerçeklerinden kaçmanın bir yoludur. Verdiği sözün, attığı imzanın, yerine getirmediği sorumlulukların sonuçlarını bir günah keçisine yüklemenin yolu… Omelas’ın kurulu düzeninin efendilerine hizmet edebilmesi için her daim ihraç edilip bodruma atılacak bütün kötülüklerin ve beceriksizliklerin yegâne sebebi olacak bir “günah keçisi”ne ihtiyaç vardır. Omelas’ın efendileri, bir masumu nefretin objesi haline getirerek kendi yanlışlarının ve masa başında milyonları satışlarının üstünü örtmeye çalışırken açıkta kalan kendi kıçlarının farkında değillerdir doğal olarak.
Omelas ülkesi dediysek, bunu herkes kendi konumuna göre algılayabilir. (Köyü, kasabası, vakfı, derneği, odası, sendikası vs.) Herkesin kendine göre bir Omelas’ı vardır yani… Kimi zaman elinde hiçbir kanıt olmadan bir masuma iftira atarak onu katletmekten gocunmayan örgütlü yargısız infazcıların, haysiyet cellatlarının ülkesidir Omelas, (Bkz. Aytekin Yılmaz, Yoldaşını Öldürmek) kimi zaman da milyonlarca emekçinin alın terini damıtmak suretiyle ucuz kalemine mürekkep yaparak hak edilmeyen zenginliğe kavuşanların…
Omelas, bir bilim kurgu distopyasıdır. Bazen başımızı iki elimizin arasına aldığımızda bir rüya olmasını dilediğimiz bir distopya.
Tarihi her zaman kazananlar yazar. Tarih aslında kazananların hikâyesidir. Yani subjektiftir. Onun için kaybedenler, terk edenler her zaman haksızdır. Kamuoyunu kazananlar yönlendirir. Çünkü kazananın elinde şakşakçılarına dağıtmak üzere bedelini “günah keçisi” ilan edilenlerin hayatlarıyla ödediği ganimetleri vardır. Düzen böyle sürer gider. Çark bu yüzden kırılmaz. Çünkü ganimetten nemalananlar çarka çomak sokulmasını istemezler, vicdanları kanasa da… Hatta çarka çomak sokmaya çalışanı ilk önce onlar taşlarlar…
Kazananların destekçisi çoktur. Bu yüzden, kaybedenler kış ortasında zemini buz tuttuğu için taşları bağlanmış, köpekleri de serbest bırakılmış köy meydanındaki davetsiz misafir gibidirler. Kaçmak ya da gizlenmek dışında bir seçenekleri yoktur. Çünkü köpeklere dayılanmağa gelmez. O yüzden; kimilerinin ismi, cismi yoktur şu alemde; köpekleri salan kimilerinin de vicdanı ve karakteri…
Omelas, Amerikan vicdanıdır. Vahşi kapitalizmin ezilmişlere, mustazaflara, emekçilere ödettiği bedeldir. Bodrumdaki çocuk özgür değildir. Ancak aslında özgür olmayan sadece o da değildir. O çocuğun durumunu bilip buna seyirci kalanların vicdanı, aslında kendilerinin de tıpkı o çocuk gibi tutsak olduklarını haykırmaktadır mütemadiyen. Bu yüzden kendileriyle baş başa kalmaktan korkarlar. Çünkü yalnız kaldıklarında vicdanlarından yükselen çığlıkta boğulurlar. O yüzdendir bu bağırışları, haykırışları. Feryat eden vicdanlarının sesini bastırmak içindir.
Ahmet Özcan, “Yenilmiş Asilere Çiçek Verelim” kitabında Omelas’ın efendilerini: “İdeallerini aramak için yola çıkmışlardı; ama tutkular ve hayal kırıklıkları ile döşenmiş uzun bir yolun sonunda sadece kendi gerçeklikleriyle karşılaştılar.” Diye tarif eder.
Umut kırımına dönüşen gerçeklerle yüzleşmek zordur. Sana emanet edilenin hukukunu korumak için bedel ödemeyi gerektirir. Bedel ödemekten korkunca güvenlikli plazaların en üst katlarından aşağıya inmek dizlerinin bağını çözer insanın.
Ey Mûsâ! Onlar orada bulundukları müddetçe, biz oraya aslâ girmeyiz; şu durumda Sen ve Rabbin, gidin savaşın! Biz burada oturacağız!» dediler.” (el-Mâide, 24) Ayetini hatırla!
“Menfaatinizin, derneğinizin, vakfınızın, örgütünüzün, aşiretinizin, takımınızın, derginizin, cemaatinizin ya da iktidarınızın devamı, bir tek insanın acı çekmesine bağlıysa zalimsiniz…
Diliniz kibirli, üslubunuz tegallüb dayatıyor ve sözleriniz masum insanların hayatlarını hurdahaş ediyorsa size kibirli denmez, zalim denir... Kamu maslahatı ve menfaatiniz birbirine muhtaç hale geldiyse, zalimsiniz…” Mehmet Efe / Zulüm Bizden
Size emanet edilen gücü liyakat, hukuk ve ehliyet gözetmek yerine kapı kulunuz olmaktan medet umanlara teslim ettiğinizde: emanet edilen güçten dolayı kontrol ettiğiniz imtiyazları kışkırtıcılara, cahillere, tetikçilere, tarafgirlikten başka mahareti olmayanlara teslim ettiğinizde; iş bilir değil ve sadece gaspçı değil, aynı zamanda zalimsiniz…
“Zalimlerin yanında olmayın; sonra ateş sizi de yakar. Allah’tan başka dostlarınız olmadığına göre bir yerden yardım da göremezsiniz!” Hud:113
Düşün usta! Düşün ki kuruluşu olmayan birkaç sivil yeşersin yanı başımızda... Birkaç vicdan sahibi haykırsın… Düşün ki Omelas’ın efendilerine karşı durabilelim ya da terk edebilecek cesareti bulabilelim Omelas’ı…
Kalbine dön! Eve dön! Şarkıya dön!
Celal DEMİRCİ